OSMANLI DEVLETİ
  1.DÜNYA SAVAŞI VE İMPARATORLUĞUN SONU
 

1908-1914 arasında 6 yılda Türkiye İmparatorluğu, yarı yarıya denilebilecek şekilde dağılmıştı. Son olarak 1914 sonunda Türkiye, Cihan Savaşı'na girince, İngiltere de Mısır, Sudan ve Kıbrıs'ı ilhak etti. Bu şekilde imparatorluğun elinde savaş sırasında bu günkü Türkiye, Irak, Suriye, Lübnan, Ürdün, İsrail, Yemen, Suudi Arabistan (Necid kısmı hariç) devletlerini teşkil eden ülkeler kalmıştı.

       O devir Türk basınında " Harb-i Umumi" denen Birinci Dünya Savaşı, o ana kadar cihan tarihinin benzerini görmediği genişlikte bir savaştır. Savaşın sebep ve menşeleri pek eski ve pek girifttir. Almanya'nın denizlerde ve sömürgelerde İngiltere ile rekabete kalkışması, böyle bir şeye tahammül edemeyecek yapıda olan ananevî Biritanya siyasetinin ne pahasına olursa olsun Almanya'yı ezmek istemesi, birinci Cihan Savaşı'nın başlıca sebeplerinden biridir. Fransız-Alman rekabeti, Fransa'nın Alsace-Lorraine'i 40 yıldır unutamaması, gittikçe devleşen Almanya karşısında kara Avrupası'nda ikinci dereceye düşmesi de, mühim sebepler arasındadır.

       Rusya'nın Uzak Doğu'da Japonya tarafından durdurulmasından sonra yeniden Balkan siyasetine sarılması, Boğazları ele geçirmek için zemin hazırlamak istemesi, durmadan küçük Balkan devletlerini Türkiye ve Avusturya-Macaristan imparatorluklarına karşı kışkırtması, meselenin doğu cephesini açıklar. Nitekim Avrupa siyasî çevrelerinde Balkan Savaşı, dünya savaşının gerçek öncüsü olarak telakki edilmiştir.

       Bir yandan Almanya-Avusturya - İtalya'nın, öbür yandan İngiltere - Fransa- Rusya'nın birbirlerine karşı gruplaşmaları, zaten dünyayı şüpheli bir geleceğe doğru itiyordu. Avusturya-Macaristan Veliahtı'nın Bosnasarayı'nda bir Sırp tedhişçisi tarafından öldürülmesi bu imparatorluğun Sırbistan'a, onu koruyan Rusya'nın da Avusturya- Macaristan'a savaş açmasıyla sonuçlandı. Böylece bir cihan savaşı için ortam teşekkül etti. Avusturya'nın müttefiki olan ve Slav'lığın Cermen'liği ezmesine müsaade etmemesi tabii bulunan Almanya, Rusya'ya; Rusya'nın müttefiki olan ve bu devleti yenen bir Almanya'nın Avrupa'da hakimiyet kuracağından korkan Fransa, Almanya'ya savaş açtı.

      Belçika'nın tarafsızlığını ve bütünlüğünü garantilemiş, esasen Fransa ile Rusya'nın müttefiki ve Almanya'nın düşmanı İngiltere'nin kıta savaşındaki rolünü küçümseyen Almanya, yıllardan beri savaş planını Rusya ve Fransa'yı yıldırım harbiyle ezmek üzere hazırlamıştı. Bunun için kuzeyden Belçika'yı çiğneyerek Fransa'ya girmek icab ediyordu. Böylece Belçika ve Lüksemburg da, daha savaşın ilk günlerinde merkezî imparatorlukların karşısında ve Müttefiklerin yanında yer aldı. Karadağ da, soydaşı Sırbistan'ı yalnız bırakmadı. Bütün bunlara rağmen Almanya ve Avusturya, Birleşik Amerika savaşa katılmasaydı yenilmezlerdi. Hele İngiltere işe karışmasaydı, yahut İtalya, müttefikleri Almanya ve Avusturya'ya ihanet edip müttefikler yanında savaşa girmeseydi, Almanya ve Avusturya'nın zaferi kesin olurdu.

      Ancak İngiltere savaşa girdikten ve İtalya, Almanya-Avusturya yanında savaşa katılacağına tarafsızlığını ilan edip niyetini belli ettikten sonra, Almanya-Avusturya için zafer şansı kalmamıştı. Ancak zararsız veya az zararlı bir netice tahmin edilebilirdi. Fakat aşağıda anılacak Marne başarısızlığından sonra, bu netice bile tehlikeye girmiş ve Müttefiklerin harbi kazanacağı aşağı yukarı, daha savaşın başlangıcında anlaşılmıştı.
Hiçbir devlet, bu çapta bir savaşın yıllarca süreceğine ihtimal vermedi. Birkaç ayda biteceğini hesaplayan askerî ve siyasî mütehassıslar az değildi. Türkiye'nin savaşa girip Rusya'nın boğulmasına ve sonunda yıkılmasına sebep olması, İngiliz Başbakanı Lloyd George'un dediği gibi, savaşı başlı başına iki yıl uzattı.

       Dünya tarihinde ilk defa olarak bu savaş boyunca akıl almaz askerî kuvvetler karşı karşıya geldi. İttifak Devletleri (Merkezî İmparatorluklar): Almanya 40 kolordu (109 tümen + 11 süvari tümeni), Avusturya-Macaristan 16 kolordu, Türkiye 63 tümen (9 ordu), Bulgaristan 15 tümen çıkardı. Bu kuvvetlerin karşısına, dengesiz şekilde şu İtilaf Devletleri (Müttefikler) çıktı: Fransa 21 kolordu (33 tümen+10 süvari tümeni), Rusya 37 kolordu ve ayrıca 19 süvari tümeni, İngiltere ve sömürgeleri 50 tümen, Birleşik Amerika 42 tümen, İtalya 45 tümen, Belçika 6 tümen, Sırbistan 19 tümen,, Romanya 25 tümen, Karadağ 3 tümen, Yunanistan 10 tümen, Portekiz 5 tümen. Bu suretle aşağı yukarı İttifak Devletleri'nin 246 tümeni, İtilaf'ın 441 tümeni karşısında kaldı.

      Daha anlaşılabilir bir hesapla bu savaşta İtilaf Devletleri'nin 42,7 milyon askeri silah altına aldıklarını, bunun karşısında İttifak Devletleri'nin 22,9 milyondan fazla asker çıkaramadıklarını söylemek yeter. Aşağı yukarı her İttifak askerî, iki İtilaf askeriyle vuruşmaya mecbur kalmıştır. Japonya, Avrupa kara savaşına katılmamış, ancak büyük donanması ile deniz harekatına girmiştir.Savaşa giren iki taraf devletlerinin nüfus toplamı 1,170,735,000'i bulmaktadır. Merkezî imparatorluklara harp ilan eden, fakat fiilen savaşa katılmayan sürüyle devlet, bu tablolarda bahis mevzuu edilmemiştir. Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda, Hindistan ve daha birçok ülke, İngiltere'nin; Fas, Cezayir ve daha bir çok sömürge de, Fransa'nın nüfuslarına dahildir. Yalnız sivil halktan - başta açlık ve salgın hastalık olmak üzere - çeşitli sebeplerden ölenlerin 10 milyonu geçtiği hesaplanmaktadır.
V. Fransız Ordusu'nun tamamen bozan Almanlar, Paris yolunun tutmakta gecikmediler. Lüksemburg, Belçika ve Kuzey Fransa işgal edildi. Bu yıldırım savaşı, Fransız ve İngilizlerin yıllardan beri hazırladıkları savaş planlarını tatbike fırsat vermedi. Üstünlük Almanların eline geçti. Fransız-İngiliz-Belçika kuvvetleri, panik halinde kaçıyorlardı.

      6-12 Eylül (1914) Marne ırmağı üzerinde yapılan kanlı çarpışmalar, Paris'e 30-40 km. kala Almanları durdurdu. Bu da, Fransa'nın yıldırım savaşıyla bertaraf edilmesi planını suya düşürdü. Böylece 43 yıllık Alman genelkurmay planları, milyonu geçen müttefik orduları tarafından akim bırakıldı. "Hatasız kurmay" vasfını kaybeden von Moltke (Büyük Moltke'nin yeğenidir), Kayzer tarafından değiştirildi.

      İşte Türkiye'nin savaşa katılması bu tarihî dönüm noktasından, Marne muharebelerinden sonra oldu. O zamana kadar Almanya, muhtemel bir savaşta, yıldırım harbiyle Fransa'yı tasfiye ettikten sonra bütün gücüyle Rusya'ya yükleneceğine bütün dünyayı inandırmıştı. Fakat Marne muharebelerinden sonra, böyle bir şeyin olamayacağı, savaşın belirsiz bir süre içine ve Almanya'nın aleyhine olarak uzayacağı, kesin şekilde anlaşıldı. Bunu anlayamayan, yalnız Enver Paşa oldu. Cihan denizlerine, bütün iktisadi imkanlara sahip büyük devletlerle Türkiye'yi hiç de lüzumu yokken savaşa atan Enver Paşa, Meclislere, hükümdara haber vermeden, donanmaya Rus limanlarını bombardıman emrini veren Enver Paşa.
Tarafsız kalması, Türkiye'ye sonsuz nimetler temin edecekti. Bir defa Boğazları tarafsız da olsa kapatacağından, Rusya gene boğulacaktı. Dünyanın savaştan bitkin çıktığı 1918'de Türkiye, zihinde, hiç yıpranmamış bir ordu ile, Yakındoğu ve Balkanların münakaşasız şekilde en güçlü devleti olacaktı. Akıl almaz insan ve servet harcamayacaktı. 1922'ye kadar süren ve düşman sürülerini Ankara yakınlarına getiren, yüzlerce Türk şehir ve kasabasının mahvolmasıyla neticelenen facialar olmayacaktı. İmparatorluk cebren tasfiye edilmeyecekti. 1945'ten sonra İngiltere ve Fransa nasıl imparatorluklarını kendi iradeleriyle tasfiye ettilerse, Türkiye de öyle yapacaktı. Bu tarihlere kadar Irak, Suudi Arabistan petrollerinden faydalanacaktı. Birçok Türk ülkesi de şüphesiz bu tasfiyede yabancılara geçmeyecekti.

      Birinci Dünya Savaşı, bütün cihan tarihinin en mühim hadisesidir. Gerçi ateş kudreti ve tahribat bakımından İkinci Cihan Savaşı, ilkini geride bırakmıştır. Fakat dünya düzenine getirdiği değişiklikler, birincisinden fazal değildir.

      Bu savaş, o zamana kadar tahmin ve tahayyül dahi edilemeyecek büyüklükte askeri kuvvetleri karşı karşıya getirdi. Büyük insan kitleleri, bir cephede yığıldı. Kuvvetler iki tarafta denge halinde olduğu için, yıllarca siperlere kakılıp kaldı. Bu şekilde büyük orduların tahkimat içine yerleşip birkaç km. hatta m.lik yerler için milyonlarca cephane sarfetmeleri, o zamana kadar görülmemiş bir şeydi. Daha önceki her hangi bir savaşta, Birinci Dünya Harbi'nin kızgın bir şekilde geçen birkaç günü içindeki kadar cephane harcanış değildi.
Uçak, tank, zırhlı, motorlu vasıtalar, dev toplar, zehirli gaz, amansız denizaltı savaşı, havadan şehirlerin (bu arada İstanbul'un) bombardımanı, bu harbin getirdiği yeniliklerdir.
Savaştan sonra dünyanın siyasi haritası değiştiği gibi, ondan çok daha fazla, toplumların bünyeleri tahavvül etti. Savaşın felaketlerinden faydalanan komünizm gibi, her türlü insan haklarını inkar eden kanlı bir rejim, Rusya'ya yerleşti. Başka birkaç ülkede yerleşmesine de ramak kaldı. Milletler, adeta kolektif bir çılgınlığa kapıldılar. Yüzlerce yıllık monarşiler yıkıldı. Osmanoğulları, Habsburglar, Hohenzollernler, Romanoflar gibi ebedî sanılan hanedanlar, iktidardan düştü.

      Savaştan memnun çıkmayan devletlerde, büyük ölçülerde teşkilatlanmış faşist diktatörler türedi. Almanya, İtalya, İspanya, Macaristan gibi devletlerde görülen bu diktatörlükler, hem komünizme, hem de liberal demokrasilere karşı, amansız bir düşmanlık gösterdiler. İktidar, cihan tarihinde asla görülmemiş bir şekil ve kudrette tek şahısta toplanabildi. Komünist olsun, faşist olsun bu diktatörler, tarihin akla gelebilecek en büyük müstebitlerine, mesela firavunlara rahmet okutacak bir zulüm gücü iktisap edebildiler.
Buna rağmen, insanlığın demokrasiye güveni eksilmedi, arttı. Demokrasi, daha iyi uygulandıktan, sosyal adalete daha ağırlık verdikten başka, dünyanın en büyük ve kudretli devleti halini, eskisinden daha çok elde etti. Bugün sayıları 160 kadar olan müstakil devletin tam üçte biri, İngiltere'ye bağlı idi.

      I. asırda Roma, XVI. Asırda Osmanlı İmparatorlukları neyse, o hale geldi. Dünya nüfusunun en büyük kısmını, şu veya bu şekilde, idare veya nüfuzuna tabi kıltı. Ancak aynı yıllarda, Britanya İmparatorluğu'nda, 6 kıtaya yayılan, Roma ve Osmanlı imparatorluklarından sonra tarihin gördüğü bu üçüncü devamlı cihan devletinde, ilk gerileme, hatta çözülme alametleri belirdi. İngiliz emperyalizmine karşı umumî bir nefret uyandı. Afrika ve Asya devletlerinin çoğu sömürge haline getirilmişti. Afrika'da yalnız Liberya, Asya'da ise sadece Türkiye, Japonya, İran, Siyam, ve kısmen Çin sömürge olmaktan yakalarını kurtarabildiler. İki savaş arası (1918-1939), sömürgeciliğin altın çağı olmasa bile, en büyük sahalara yayıldığı devir olarak tarihe geçti.
Yüzlerce yıllık rejimlerin bir anda iskambil kağıdı gibi yıkılması, toplumların ruhî durumunu değiştirdi. Gelenek ve adetlerin mühim bir kısmı bırakıldı, hatta inkar edildi. İnsanlar nezaket ve terbiyelerini kaybedecek duruma geldiler. Bu buhrandan İkinci Cihan Savaşı çıktı. Taraflar, milyonlarca zayiat verdiler. Dünya, mühim bir aydın tabakadan yoksun kaldı. Bu arada Türkiye'nin zayiatı korkunç oldu. 1911'den 1922'ye kadar devam eden savaşlarda, yüz binlerce Türk öldü; en iyi yetişmiş, Doğu ve Batı kültürlerini nefsinde birleştirmiş bir genç nesil yok oldu. Bilhassa Çanakkale, bir yedek subay savaşı halinde, on binlerce Türk aydınını yok etti. Türkiye bu gerçek aydınların kaybından çok ağır bir darbe yemiş oldu. İçtimaî sarsıntı, uzun zaman halledilemeyecek derecede mühimdi.

      Türkler, 2200 yıllık tarihlerinin en büyük topyekün felaketine maruz kaldılar. Bu savaş sonunda, Türkiye'nin hiçbir zaman istila yüzü görmemiş en değerli toprakları, Anadolu'nun içerilerine kadar, tahrip edildi. Esasen yeter derecede kötü olan Türk ekonomisi, savaştan tam bir yıkım halinde çıktı. Asrın başlarında 50-100 bin nüfusa ermiş Anadolu şehirlerinde nüfus yarının çok aşağılarına düştü. Nitekim 1927'de yapılan sayım, ancak 13,648,000 nüfus gösterdi.

       Birinci Cihan Savaşı, Türk milletinin askerlik değerini ve manevî gücünü bir defa daha ortaya çıkarmaktan da geri kalmadı. Bu savaşta kazanılan bazı başarılar, başta Çanakkale olmak üzere, askerlik tarihinin mühim olaylar içinde yer alır. Türk orduları Çanakkale'de, Kafkasya'da, Galiçya'da (Polonya), Makedonya'da, Dobruca'da, Yemen'de, Hicaz'da, Libya'da, Sina ve Filistin'de, Irak'ta, İran'da vuruştular. Başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere, Cevad Paşa, Mersinli Cemal Paşa, Ali İhsan Paşa, Esad Paşa, Şehzade Osman Fuad Efendi (Paşa) gibi üstün değerde birkaç kumandan dışında, Türk ordusunun ancak bir ikisi muktedir ellerdeydi. Kumanda heyeti bazen, tamamen aciz subaylardan müteşekkildi. Teçhizat çok eksikti. Mahrumiyetler büyüktü. Eğer Alman ve Avusturya-Macar orduları derecesinde mükemmel teçhiz edilebilseydi, Türk silahlı kuvvetlerinin başarısı büyük olurdu.
Türkiye'nin savaşa germesi üzerine İngiltere, Mısır-Sudan ve Kıbrıs üzerindeki Türk hakimiyetinin son bulduğunu ilan etti. Lozan muahedesi ile bu ülkeleri Türkiye, kesin şekilde bıraktığını kabul etti.

      Dünyada sanayi, ziraat ve ticarette büyük bir gerilik, bazı ülkelerde geçici bir yokluk hasıl oldu. Bazı bölgeler, nüfustan adeta boşaldı. Şehirlerin hepsinin nüfusunda düşüklük görüldü. Yalnız Birleşik Amerika, savaştan büyük bir zenginlik ve refahla çıktı. Fakat dünyanın en büyük kısmı, ilerleme hızından çok şey kaybetti.
Savaştan yenik çıkan dört devletin uğradığı hakaret amiz ve son derece haksız muamele, İkinci Cihan Savaşı'nın gerçek sebebini teşkil etti. Bu haksız muameleye karşı yalnız Türkler baş kaldırdı. Almanlar, Avusturyalılar, Macarlar ve Bulgarlar baş eğdi. Bu devletlerin en değerli toprakları ellerinden alındı.
Harbin son günlerinde "Hakan-ı sabık" denilen II. Abdülhamit (10 Şubat 1918) ve 4 ay 23 gün sonra da kardeşi V. Sultan Mehmed Reşat Han (4 Temmuz 1918) öldüler. II. Abdülhamit'in cenaze merasimi muhteşem oldu. Artık kendisini takdir etmeye ve anlamaya başlayan İttihatçı liderler katıldığı gibi, halk, harbin en açı günlerinde, devrinde huzur, refah ve sulh içindeki yaşadığı eski hükümdarın ardından samimi gözyaşları döktü. 10 yılda ortam, bu derece değişmişti.

      30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi harbe son verdi. Artık Türkiye tarihinde yeni bir safha başladı. 16 Mart 1920'de Müttefiklerin İstanbul'u işgal etmesi, Meclis-i Mebusan'ı cebren dağıtması ve birçok milletvekilini Malta'ya sürmesi, Türk İmparatorluğu'nun taht şehrini fiilen İngiliz nüfuzuna geçirdi. 23 Nisan 1920'de İstanbul'dan kaçabilen milletvekillerinin iştirakiyle Ankara'da Mustafa Kemal Paşa'nın başkanlığında, Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldı ve Milli Mücadele'yi yönetmeye başladı. 1920, hatta 1918 sonundan itibaren, imparatorluk ve cumhuriyet dönemleri tarihi, birbirinin içine girer. 1 Kasın 1922'de Türkiye Büyük Millet Meclisi, saltanatı ilga etti. Ağabeyi Sultan Reşat'ın yerine geçen sonuncu padişah VI. Mehmet Vahdettin, yalnız halife sıfatıyla kaldı ve 16 kasım gecesi İstanbul'u terk etti. Yerine son veliaht-ı saltanat Abdülmecit Efendi, halife oldu. 3 Mart 1924'te Türkiye Büyük Millet Meclisi, halifeliği de kaldırdı. II. Abdülmecit, 101. ve sonuncu İslam halifesi olarak bütün hanedanla beraber Türkiye dışına çıkarıldı. Bu arada 29 Ekim 1923'te yeni rejime ad konularak cumhuriyet ilan edilmişti.

      Osmanoğulları'ndan gelen hükümdarlar, Ertuğrul Gazi'den VI. Mehmet'e kadar (I. Süleyman ve Sultan Musa da dahil edilmek üzere) 39, yalnız halife olan II. Abdülmecit ile 40 kişidir. Bu suretle saltanatları 1231'den 1924'e kadar 639 yıldır (son 1 yıl, 3 ay 14 günü sadece hilafet). "Halife" sıfatıyla İslam'ın başı titrini ise 407 yıl, 6 ay, 5 gün yalnız 30 kişi taşımıştır. 632 yılından başlayan halifelik müessesesi 1924'te son bulmuş, Osmanoğulları'ndan sonra müessese devam edememiş, böyle bir sıfatı taşıyacak manevi ve maddi gücü haiz hiçbir şahıs ve hanedan bulunamamıştır.

      Saltanatın düşmesi ile, Türkiye tarihinin ikinci devresi kapanır ve içinde bulunduğumuz üçüncü devre, Cumhuriyet devri başlar.

 
  sitemizi 6812 ziyaretçi ziyeret etti  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol